YASİN SURESİ
GİRİŞ
Adı: Birinci ayette geçen "Yasin" kelimesi surenin adı olmuştur.
Nüzul Zamanı: Bu surenin muhtevasından, Mekke döneminin ortalarında veya sonlarına doğru nazil olduğu anlaşılmaktadır.
Konu:
Kısaca bu surede, Hz. Muhammed'in (s.a) peygamberliğini inkar etmenin,
alay ve zulüm ile karşı koymanın korkunç sonuçlarıyla Kureyşli
müşrikler korkutulmaktadır. Her ne kadar deliller öne sürülerek
açıklamalar yapılıyorsa da bu surede "İnzar" esastır ve ağır
basmaktadır.
Üç hususta deliller öne sürülmüştür.
1) Tevhid hakkında delil olarak, kâinatta cerayan eden hadiselere işaret edilerek, insanın aklına hitab edilmiştir.
2) Ahiret hakkında ise, kâinat, insan yapısı ve her akıl sahibinin düşünebileceği hususlar delil olarak ileri sürülmüştür.
3)
Risalet hakkında şunlar delil olarak verilmiştir: Hz. Peygamber (s.a)
İslam'ın tebliği dolayısıyla çektiği meşakkatlerden ötürü, sizlerden
hiçbir surette ücret istemez. Çünkü, o bunları karşılıksız yapmaktadır.
Ayrıca Rasûlullah'ın (s.a) tebliğ ettiği mesaj akla uygundur ve bu
mesajı kabul etmek sizlerin yararınadır.
Burada, kalplerdeki
kilitlerin kırılması ve kalbinde az çok duygu bulunan hiçbir kimsenin
etkilenmekten hali kalmaması için, kuvvetli bir üslûbla tehdit ve
tenbih gayet şiddetli bir şekilde tekrarlanmıştır.
İmam Ahmed,
Ebu Davud, Nesaî, İbn Mace ve Taberani, Hz. Muakkıl b. Yesar'dan,
Rasûlullah'ın (s.a) şöyle bir hadisini rivayet etmişlerdir: "Yasin
Suresi Kur'an'ın kalbidiir." Fatiha Suresi hakkında, adeta Kur'an'ın
bir özeti olduğundan nasıl "Kitab'ın anası" denmişse, Yasin suresi için
de "Kur'an'ın çarpan kalbi" denmiştir. Sureye böyle denilmesinin
nedeni, onun etkileyici bir üslûbta ruhları harekete geçirmesi ve
onları durgunluktan kurtarmasıdır.
Yine Hz. Muakkıl b. Yesar'dan
İmam Ahmed, Ebu Davut ve İbn Mace, Rasûlullah'dan şöyle bir hadis
rivayet ederler: "Ölmekte olanlara Yasin Suresi'ni okuyun." Hadisin
maksadı, ölüm yaklaştığında, İslam'ı toplu bir şekilde hatırlatmak ve
İslam akidesinin zihinlerde tazelenmesini sağlamaktır. Böylece
sözkonusu kişinin gözü önünde ahiret manzarası canlanacağı için, öbür
dünyada ne gibi sahnelerle karşılaşacağını bilir ve kendisini buna
hazırlar. Bunun bir faydası olabilmesi için kişi Arapçayı bilmiyorsa
da, zikrin amacına ulaşabilmesi bakımından mealini okuması gerekir.
Rahman Rahim olan Allah'ın adıyla
1 Yâsin.1
2 Andolsun hikmetli Kur'an'a,
3 Gerçekten sen, gönderilen (peygamber)lerdensin.2
4 Dosdoğru olan bir yol üzerinde.
AÇIKLAMA
1.
"Yasin"in anlamı, İbn Abbas, İkrime, Dahhak, Hasan Basri ve Sufyan b.
Uyeyne'ye göre, "Ey İnsan" veya "Ey Şahıs"tır. Bazı müfessirlere göre
ise Yasin, "Ya Seyyid"in kısaltılmışıdır. Bu tevile göre, ayetin
muhatabı Rasûlullah'dır.
2. Böyle
bir başlangıç -haşa- Rasûlullah'ın (s.a) peygamberliğinden şüphede
olması ve Allah'ın onu inandırmaya çalışması anlamına gelmez. Bu
şekilde bir giriş, Kureyşli müşriklerin, Hz. Muhammed'in (s.a)
peygamberliğini şiddetle inkâr etmelerinden ötürü yapılmış ve bu yüzden
Allah surenin başında "Şüphesiz sen gönderilmiş peygamberlerdensin"
diye buyurmuştur. Yani kafirler gerçekten büyük bir yanılgı
içindedirler. Bundan dolayı Kur'an'a yemin edilerek, Kur'an "Hakim"
sıfatıyla birlikte anılmıştır. "Kur'an senin peygamberliğine bir
delildir ve hikmet doludur." Böylesine hikmetli sözleri ancak bir
peygamber tebliğ edebilir. Çünkü bu sözler bir insanın yeteneklerinin
çok üstündedir. Hz. Muhammed'i (s.a) tanıyan herkes bu sözlerin ona ait
olmadığını veya başka bir kimseden öğrenmediğini çok iyi bilir. (Daha
fazla bilgi için bkz. Yunus an: 2, 21-22, 44-4), İsra an: 104-105,
Nur-Giriş Bölümü, Şuara an: 1, Neml an: 93, Kasas an: 62-64, 102-109,
Ankebut an: 88-91, Rum an: 1-3 ve tarihsel arkaplan bölümü)
5 (Kur'an) Güçlü ve üstün olan, esirgeyen (Allah')ın indirmesidir.3
6 Babaları uyarılıp-korkutulmamış, böylece kendileri de gafil kalmış bir kavmi uyarıp-korkutman için (gönderildin).4
7 Andolsun, onların çoğu üzerine o söz hak olmuştur; artık onlar inanmazlar.5
8 Gerçekten biz onların boyunlarına, çenelere kadar (dayanan) halkalar geçirdik; bu yüzden başları yukarı kalkıktır.6
9 Biz onların önlerinde bir sed, arkalarında da bir sed çektik. Böylelikle onları örtüverdik, artık görmezler.7
AÇIKLAMA
3. Burada
Kur'an'ı inzal eden Allah'ın iki sıfatı beyan edilmiştir. Birincisi,
Galib ve Kuvvetli, ikincisi Rahim, yani merhametli. Birinci sıfatın
beyan edilmesinin nedeni, sözkonusu tebliğ ve nasihatın, sizler onu
inkar ettiğinizde aciz bırakılabileceğiniz güçsüz birinden sadır
olmamasıdır. Bilakis bu mesaj, herşey üzerinde galip olan kâinatın
sahibindendir. O'nun emirlerine kimse karşı koyamayacağı gibi, hiçbir
kimse O'ndan kaçıp kurtulamaz. İkinci sıfatın zikredilmesinin nedeni
ise, Allah'ın merhametinden ötürü, hidayete ermeniz, dünya ve ahirette
başarıya ulaşmanız için, sizlere Kitab ve Peygamber göndermesidir.
4.
Bu ayete iki şekilde anlam vermek mümkündür. Birincisi bizim mealde
verdiğimiz anlamda. Diğeri ise "gaflet içinde kalmış atalarının
uyarıldığı gibi bu toplumu da uyarın" şeklinde. Birinci anlamı kabul
ettiğimiz takdirde ayetin şu şekilde anlaşılması mümkündür: "Daha
önceden birçok peygamber gelip geçmesine rağmen, bunların yakın
zamandaki baba ve dedelerine peygamber gelmemişti. Dolayısıyla bunlar
daha önceki nesillere gelen talimatları unuttuğu için, yeniden tebliğde
bulunun."
Her iki anlam da doğrudur. Ancak burada akla şöyle bir
soru gelebilir: "Bunca zaman içinde kendilerine bir uyarıcı gelmediği
halde bu insanlar nasıl sorumlu tutulabilir?" Bu soruya şöyle cevap
verilebilir. Allah'ın bir topluma gönderdiği peygamberin talimatları
uzak bölgelere kadar yayılır ve onun getirdiği ışık yanmaya devam
ederse, yeni bir peygamberin gönderilmesine gerek yoktur. Fakat onun
getirdiği ışık ne zaman söner ve izleri yok olursa, işte o zaman Allah
yeni bir peygamber gönderir. Bir peygamberin talimatları diri ve net
olarak kaldığı sürece, o dönem bir peygamber olmaksızın geçti denemez.
Araplara Hz. İbrahim, Hz. İsmail, Hz. Şuayb, Hz. Musa, Hz. İsa gibi
peygamberler gelmiş, ayrıca onların talimatlarını yinelemek için
Arabistan'a içeriden ve dışarıdan gelenler olmuştur. Bundan, Araplar
arasında bu "mesaj"ın bilindiği anlaşılıyor. Ancak mesajın izleri
kaybolmaya yüz tutup hurafeler ile karıştığında, Hz. Muhammed (s.a)
Allah'ın izniyle peygamber seçilmiştir. Böylece Hz. Muhammed'in (s.a)
peygamberliği ile birlikte gelen mesajın kaybolmayacağı ve hurafelerle
karışmayacağı garanti edilmiştir. (İzah için bkz. Sebe an: 5).
5.
Burada kesinlikle iman etmemeye karar vermiş ve Rasûlullah'ın (s.a) her
dediğine karşı çıkma durumunda olan kimselere işaret olunmaktadır.
Onlar hakkında "azabı hak ettiler ve artık, iman etmezler" şeklinde
karar verilmiştir. Bundan şöyle bir anlam çıkar: Hz. Peygamber (s.a)
gerektiği şekilde tebliğ yapmış olduğu halde yine de inkarlarında
diretirlerse şayet, Allah bu inatlarından ötürü onlara iman nasip
etmez. Aynı konu ileride şu şekilde açıklanmıştır: "Sen ancak zikre
uyan ve görmediği halde Rahman'dan korkan kimseyi uyarabilirsin."
(Yasin: 11)
6. "Boyun
halkası" ifadesi ile onların hakkı kabullenmelerine engel olan inatları
kastedilmiştir. "O halkalar çenelerine kadar dayanmıştır ve bu yüzden
kafaları yukarı kalkıktır" ifadesiyle de tekebbür göstererek
kasıldıkları anlatılmak isteniyor. Allah, inatçılıkları dolayısıyla
onların boyunlarına, kibir ve büyüklenme halkası geçirmiştir, ne kadar
delil getirilirse getirilsin hakikati göremezler ve apaçık delilleri
bile kabul etmezler.
7.
"Önlerinden bir sed, arkalarından bir sed çektik" ifadesi ile onların
yapılarındaki inat ve kibir dolayısıyla geçmiş olaylardan ders
almadıkları gibi, geleceklerini dahi hiç düşünmedikleri kastolunuyor.
Çünkü taassub, onların her yanını kapladığı ve yanlış düşünceleri
gözlerine perde olduğu için, apaçık hakikatleri görememektedirler.
Şayet selim bir fıtrata sahip olsalardı, bu hakikatleri görebilirlerdi.
10 Kendilerini uyarıp-korkutsan da, uyarmayıp-korkutmasan da onlar için birdir; onlar iman etmezler.8
11
Sen ancak, zikre (Kur'an'a) uyan ve gayb ile Rahman olan (Allah')a
(karşı) içi titreyerek korku duyan kimseyi uyarıp-korkutursun. İşte
böylesini, bir bağışlanma ve üstün bir ecirle müjdele.
12
Şüphesiz biz, ölüleri biz diriltiriz; onların önden takdim ettiklerini
ve eserlerini de biz yazarız.9 Biz her şeyi, apaçık olan bir kitapta
tesbit edip korumuşuz.
13 Sen onlara, o şehir halkının örneğini ver; hani oraya elçiler gelmişti.10
AÇIKLAMA
8.
Bu, "tebliğ etmeye gerek yok" anlamına gelmez. Yani senin tebliğin
hertürlü insana ulaşır. Bunların bazıları yukarıda zikredilmiştir.
Diğerlerinin bahsi ileride gelecek ayetlerde sözkonusu edilecektir.
Birinciler, yani tekebbür ve inat içinde olanlar, sana karşı çıkmakta
kararlıdırlar. Bu yüzden onlar için üzülmene gerek yok, boşuna meyus
olma ve tebliğe devam et. Çünkü sen bu insanların içinde, Allah'tan
korkarak, doğru yola girmek isteyen kimselerin de bulunabileceğini
bilmelisin. Tebliğ ederken gerçek muhatabın işte bu insanlardır, onları
aramak ve bir araya getirmek senin görevindir. Diğerlerini bırak, bu
insanları bulmaya çalış.
9.
Bundan, insanların amellerinin üç şekilde kaydedildiği anlaşılıyor.
Birincisi, insanın iyi ve kötü tüm amelleri Allah'ın indinde
kayıtlıdır. İkincisi insanın amelleri anında tespit edilmektedir. Sonra
bunlar kıyamet günü ortaya çıkacaktır.
Yani, insan tüm
sözlerini, niyetlerini, arzularını zihninde yazılı bulacak ve yine tüm
davranışları bir film şeridi gibi gözünün önünden geçecektir. Üçüncüsü
ise insanın ölümden sonra geride bırakacağı iyi ya da kötü tesirlerdir.
Bu tesirler nereye ve ne zamana kadar devam ederse, o kimsenin hesabına
işlenecektir. Sözgelimi, kişinin çocuğunu iyi veya kötü şekilde terbiye
etmiş olması dolayısıyla o çocuğun topluma olan etkileri, yani insanın
ektiği tohumun karşılığı olan sevap veya günah, onun hesabına
işlenecektir.
10. Kadim
müfessirlerin çoğu bu şehri Antakya, iki elçiyi de iki havari sanmışlar
ve bu olayın kral Antiochus döneminde geçtiğini söyleyebilmişlerdir.
Fakat İbn Abbas, İkrime, Katade, Ka'b el-Ahbar ve Vehb bin Münebbih bu
kıssayı Hıristiyanların güvenilir olmayan rivayetlerine dayanarak
nakletmişlerdir. Oysa bu kıssanın tarihi bir mesnedi yoktur. Antakya'da
bu sülaleden 13 kral, "Antiochus" lakabıyla M.Ö.65'e kadar hüküm
sürmüştür. Ayrıca Hz. İsa'nın (a.s) Antakya'ya tebliğ etmeleri için
havari gönderdiğine dair Hıristiyanların dayandıkları hiçbir belgeleri
yoktur. Bilakis Kitab-ı Mukaddes'in, "Rasullerin işleri" bölümünden,
Hz. İsa'nın (a.s) göğe kaldırılışından birkaç sene sonra Hıristiyan
mübelliğlerin ilk kez Antakya'ya gittikleri anlaşılıyor. Bundan Allah
Teâlâ'nın hiçbir peygamberini oraya göndermediği veya peygamberlerinden
birini herhangi bir elçi tayin etmediği belli olmaktadır. Şayet bir
şahıs oraya kendiliğinden tebliğ etmeye gitmişse bile, o şahsa Allah'ın
peygamberi denilerek, tevil yapılamaz. Yine Kitab-ı Mukaddes'te,
Antakya'da yahudi olmayan birçok kimsenin Hıristiyanlığı kabul
ettiklerinden söz edilmektedir. Oysa Kur'an yukarıdaki beldenin önemli
bir özelliğini, belde halkının peygamberin davetini reddetmiş olmaları
ve dolayısıyla azaba uğradıkları şeklinde açıklar. Tarihi hiçbir
belgede Antakya'ya azab geldiğine dair bir kayıt yoktur. O halde
Antakya halkının peygamberleri reddettiğini ve bu yüzden azaba
uğradıklarını iddia etmek mümkün değildir.
Yukarıda da
zikredildiği gibi, Antakya sözkonusu "belde" olamaz. Hangi belde olduğu
Kur'an'da bildirilmemiş ve Rasûlullah'dan (s.a) bu konuda hiçbir hadis
gelmemiştir. Ayrıca bu "Rasûllerin" kim olduklarından da
bahsedilmemiştir. Kur'an kıssayı sadece bir vakıa olarak zikrettiği
için belde ve Rasûllerin isimlerinin bilinmesi pek gerekli değildir.
Sözkonusu kıssanın aktarılma amacı: "Kureyşlilere sizler nasıl inat ve
zıtlıkla Rasûlullah'ı (s.a) inkar ediyorsanız, o beldedekiler de aynı
yanılgı içindeydiler. Aynı yolu takip ettiğiniz ve inadınızda ısrarlı
olduğunuz takdirde, sizlerin sonu da o beldedeki insanlar gibi
olacaktır" demek suretiyle uyarıda bulunulmaktadır.
GİRİŞ
Adı: Birinci ayette geçen "Yasin" kelimesi surenin adı olmuştur.
Nüzul Zamanı: Bu surenin muhtevasından, Mekke döneminin ortalarında veya sonlarına doğru nazil olduğu anlaşılmaktadır.
Konu:
Kısaca bu surede, Hz. Muhammed'in (s.a) peygamberliğini inkar etmenin,
alay ve zulüm ile karşı koymanın korkunç sonuçlarıyla Kureyşli
müşrikler korkutulmaktadır. Her ne kadar deliller öne sürülerek
açıklamalar yapılıyorsa da bu surede "İnzar" esastır ve ağır
basmaktadır.
Üç hususta deliller öne sürülmüştür.
1) Tevhid hakkında delil olarak, kâinatta cerayan eden hadiselere işaret edilerek, insanın aklına hitab edilmiştir.
2) Ahiret hakkında ise, kâinat, insan yapısı ve her akıl sahibinin düşünebileceği hususlar delil olarak ileri sürülmüştür.
3)
Risalet hakkında şunlar delil olarak verilmiştir: Hz. Peygamber (s.a)
İslam'ın tebliği dolayısıyla çektiği meşakkatlerden ötürü, sizlerden
hiçbir surette ücret istemez. Çünkü, o bunları karşılıksız yapmaktadır.
Ayrıca Rasûlullah'ın (s.a) tebliğ ettiği mesaj akla uygundur ve bu
mesajı kabul etmek sizlerin yararınadır.
Burada, kalplerdeki
kilitlerin kırılması ve kalbinde az çok duygu bulunan hiçbir kimsenin
etkilenmekten hali kalmaması için, kuvvetli bir üslûbla tehdit ve
tenbih gayet şiddetli bir şekilde tekrarlanmıştır.
İmam Ahmed,
Ebu Davud, Nesaî, İbn Mace ve Taberani, Hz. Muakkıl b. Yesar'dan,
Rasûlullah'ın (s.a) şöyle bir hadisini rivayet etmişlerdir: "Yasin
Suresi Kur'an'ın kalbidiir." Fatiha Suresi hakkında, adeta Kur'an'ın
bir özeti olduğundan nasıl "Kitab'ın anası" denmişse, Yasin suresi için
de "Kur'an'ın çarpan kalbi" denmiştir. Sureye böyle denilmesinin
nedeni, onun etkileyici bir üslûbta ruhları harekete geçirmesi ve
onları durgunluktan kurtarmasıdır.
Yine Hz. Muakkıl b. Yesar'dan
İmam Ahmed, Ebu Davut ve İbn Mace, Rasûlullah'dan şöyle bir hadis
rivayet ederler: "Ölmekte olanlara Yasin Suresi'ni okuyun." Hadisin
maksadı, ölüm yaklaştığında, İslam'ı toplu bir şekilde hatırlatmak ve
İslam akidesinin zihinlerde tazelenmesini sağlamaktır. Böylece
sözkonusu kişinin gözü önünde ahiret manzarası canlanacağı için, öbür
dünyada ne gibi sahnelerle karşılaşacağını bilir ve kendisini buna
hazırlar. Bunun bir faydası olabilmesi için kişi Arapçayı bilmiyorsa
da, zikrin amacına ulaşabilmesi bakımından mealini okuması gerekir.
Rahman Rahim olan Allah'ın adıyla
1 Yâsin.1
2 Andolsun hikmetli Kur'an'a,
3 Gerçekten sen, gönderilen (peygamber)lerdensin.2
4 Dosdoğru olan bir yol üzerinde.
AÇIKLAMA
1.
"Yasin"in anlamı, İbn Abbas, İkrime, Dahhak, Hasan Basri ve Sufyan b.
Uyeyne'ye göre, "Ey İnsan" veya "Ey Şahıs"tır. Bazı müfessirlere göre
ise Yasin, "Ya Seyyid"in kısaltılmışıdır. Bu tevile göre, ayetin
muhatabı Rasûlullah'dır.
2. Böyle
bir başlangıç -haşa- Rasûlullah'ın (s.a) peygamberliğinden şüphede
olması ve Allah'ın onu inandırmaya çalışması anlamına gelmez. Bu
şekilde bir giriş, Kureyşli müşriklerin, Hz. Muhammed'in (s.a)
peygamberliğini şiddetle inkâr etmelerinden ötürü yapılmış ve bu yüzden
Allah surenin başında "Şüphesiz sen gönderilmiş peygamberlerdensin"
diye buyurmuştur. Yani kafirler gerçekten büyük bir yanılgı
içindedirler. Bundan dolayı Kur'an'a yemin edilerek, Kur'an "Hakim"
sıfatıyla birlikte anılmıştır. "Kur'an senin peygamberliğine bir
delildir ve hikmet doludur." Böylesine hikmetli sözleri ancak bir
peygamber tebliğ edebilir. Çünkü bu sözler bir insanın yeteneklerinin
çok üstündedir. Hz. Muhammed'i (s.a) tanıyan herkes bu sözlerin ona ait
olmadığını veya başka bir kimseden öğrenmediğini çok iyi bilir. (Daha
fazla bilgi için bkz. Yunus an: 2, 21-22, 44-4), İsra an: 104-105,
Nur-Giriş Bölümü, Şuara an: 1, Neml an: 93, Kasas an: 62-64, 102-109,
Ankebut an: 88-91, Rum an: 1-3 ve tarihsel arkaplan bölümü)
5 (Kur'an) Güçlü ve üstün olan, esirgeyen (Allah')ın indirmesidir.3
6 Babaları uyarılıp-korkutulmamış, böylece kendileri de gafil kalmış bir kavmi uyarıp-korkutman için (gönderildin).4
7 Andolsun, onların çoğu üzerine o söz hak olmuştur; artık onlar inanmazlar.5
8 Gerçekten biz onların boyunlarına, çenelere kadar (dayanan) halkalar geçirdik; bu yüzden başları yukarı kalkıktır.6
9 Biz onların önlerinde bir sed, arkalarında da bir sed çektik. Böylelikle onları örtüverdik, artık görmezler.7
AÇIKLAMA
3. Burada
Kur'an'ı inzal eden Allah'ın iki sıfatı beyan edilmiştir. Birincisi,
Galib ve Kuvvetli, ikincisi Rahim, yani merhametli. Birinci sıfatın
beyan edilmesinin nedeni, sözkonusu tebliğ ve nasihatın, sizler onu
inkar ettiğinizde aciz bırakılabileceğiniz güçsüz birinden sadır
olmamasıdır. Bilakis bu mesaj, herşey üzerinde galip olan kâinatın
sahibindendir. O'nun emirlerine kimse karşı koyamayacağı gibi, hiçbir
kimse O'ndan kaçıp kurtulamaz. İkinci sıfatın zikredilmesinin nedeni
ise, Allah'ın merhametinden ötürü, hidayete ermeniz, dünya ve ahirette
başarıya ulaşmanız için, sizlere Kitab ve Peygamber göndermesidir.
4.
Bu ayete iki şekilde anlam vermek mümkündür. Birincisi bizim mealde
verdiğimiz anlamda. Diğeri ise "gaflet içinde kalmış atalarının
uyarıldığı gibi bu toplumu da uyarın" şeklinde. Birinci anlamı kabul
ettiğimiz takdirde ayetin şu şekilde anlaşılması mümkündür: "Daha
önceden birçok peygamber gelip geçmesine rağmen, bunların yakın
zamandaki baba ve dedelerine peygamber gelmemişti. Dolayısıyla bunlar
daha önceki nesillere gelen talimatları unuttuğu için, yeniden tebliğde
bulunun."
Her iki anlam da doğrudur. Ancak burada akla şöyle bir
soru gelebilir: "Bunca zaman içinde kendilerine bir uyarıcı gelmediği
halde bu insanlar nasıl sorumlu tutulabilir?" Bu soruya şöyle cevap
verilebilir. Allah'ın bir topluma gönderdiği peygamberin talimatları
uzak bölgelere kadar yayılır ve onun getirdiği ışık yanmaya devam
ederse, yeni bir peygamberin gönderilmesine gerek yoktur. Fakat onun
getirdiği ışık ne zaman söner ve izleri yok olursa, işte o zaman Allah
yeni bir peygamber gönderir. Bir peygamberin talimatları diri ve net
olarak kaldığı sürece, o dönem bir peygamber olmaksızın geçti denemez.
Araplara Hz. İbrahim, Hz. İsmail, Hz. Şuayb, Hz. Musa, Hz. İsa gibi
peygamberler gelmiş, ayrıca onların talimatlarını yinelemek için
Arabistan'a içeriden ve dışarıdan gelenler olmuştur. Bundan, Araplar
arasında bu "mesaj"ın bilindiği anlaşılıyor. Ancak mesajın izleri
kaybolmaya yüz tutup hurafeler ile karıştığında, Hz. Muhammed (s.a)
Allah'ın izniyle peygamber seçilmiştir. Böylece Hz. Muhammed'in (s.a)
peygamberliği ile birlikte gelen mesajın kaybolmayacağı ve hurafelerle
karışmayacağı garanti edilmiştir. (İzah için bkz. Sebe an: 5).
5.
Burada kesinlikle iman etmemeye karar vermiş ve Rasûlullah'ın (s.a) her
dediğine karşı çıkma durumunda olan kimselere işaret olunmaktadır.
Onlar hakkında "azabı hak ettiler ve artık, iman etmezler" şeklinde
karar verilmiştir. Bundan şöyle bir anlam çıkar: Hz. Peygamber (s.a)
gerektiği şekilde tebliğ yapmış olduğu halde yine de inkarlarında
diretirlerse şayet, Allah bu inatlarından ötürü onlara iman nasip
etmez. Aynı konu ileride şu şekilde açıklanmıştır: "Sen ancak zikre
uyan ve görmediği halde Rahman'dan korkan kimseyi uyarabilirsin."
(Yasin: 11)
6. "Boyun
halkası" ifadesi ile onların hakkı kabullenmelerine engel olan inatları
kastedilmiştir. "O halkalar çenelerine kadar dayanmıştır ve bu yüzden
kafaları yukarı kalkıktır" ifadesiyle de tekebbür göstererek
kasıldıkları anlatılmak isteniyor. Allah, inatçılıkları dolayısıyla
onların boyunlarına, kibir ve büyüklenme halkası geçirmiştir, ne kadar
delil getirilirse getirilsin hakikati göremezler ve apaçık delilleri
bile kabul etmezler.
7.
"Önlerinden bir sed, arkalarından bir sed çektik" ifadesi ile onların
yapılarındaki inat ve kibir dolayısıyla geçmiş olaylardan ders
almadıkları gibi, geleceklerini dahi hiç düşünmedikleri kastolunuyor.
Çünkü taassub, onların her yanını kapladığı ve yanlış düşünceleri
gözlerine perde olduğu için, apaçık hakikatleri görememektedirler.
Şayet selim bir fıtrata sahip olsalardı, bu hakikatleri görebilirlerdi.
10 Kendilerini uyarıp-korkutsan da, uyarmayıp-korkutmasan da onlar için birdir; onlar iman etmezler.8
11
Sen ancak, zikre (Kur'an'a) uyan ve gayb ile Rahman olan (Allah')a
(karşı) içi titreyerek korku duyan kimseyi uyarıp-korkutursun. İşte
böylesini, bir bağışlanma ve üstün bir ecirle müjdele.
12
Şüphesiz biz, ölüleri biz diriltiriz; onların önden takdim ettiklerini
ve eserlerini de biz yazarız.9 Biz her şeyi, apaçık olan bir kitapta
tesbit edip korumuşuz.
13 Sen onlara, o şehir halkının örneğini ver; hani oraya elçiler gelmişti.10
AÇIKLAMA
8.
Bu, "tebliğ etmeye gerek yok" anlamına gelmez. Yani senin tebliğin
hertürlü insana ulaşır. Bunların bazıları yukarıda zikredilmiştir.
Diğerlerinin bahsi ileride gelecek ayetlerde sözkonusu edilecektir.
Birinciler, yani tekebbür ve inat içinde olanlar, sana karşı çıkmakta
kararlıdırlar. Bu yüzden onlar için üzülmene gerek yok, boşuna meyus
olma ve tebliğe devam et. Çünkü sen bu insanların içinde, Allah'tan
korkarak, doğru yola girmek isteyen kimselerin de bulunabileceğini
bilmelisin. Tebliğ ederken gerçek muhatabın işte bu insanlardır, onları
aramak ve bir araya getirmek senin görevindir. Diğerlerini bırak, bu
insanları bulmaya çalış.
9.
Bundan, insanların amellerinin üç şekilde kaydedildiği anlaşılıyor.
Birincisi, insanın iyi ve kötü tüm amelleri Allah'ın indinde
kayıtlıdır. İkincisi insanın amelleri anında tespit edilmektedir. Sonra
bunlar kıyamet günü ortaya çıkacaktır.
Yani, insan tüm
sözlerini, niyetlerini, arzularını zihninde yazılı bulacak ve yine tüm
davranışları bir film şeridi gibi gözünün önünden geçecektir. Üçüncüsü
ise insanın ölümden sonra geride bırakacağı iyi ya da kötü tesirlerdir.
Bu tesirler nereye ve ne zamana kadar devam ederse, o kimsenin hesabına
işlenecektir. Sözgelimi, kişinin çocuğunu iyi veya kötü şekilde terbiye
etmiş olması dolayısıyla o çocuğun topluma olan etkileri, yani insanın
ektiği tohumun karşılığı olan sevap veya günah, onun hesabına
işlenecektir.
10. Kadim
müfessirlerin çoğu bu şehri Antakya, iki elçiyi de iki havari sanmışlar
ve bu olayın kral Antiochus döneminde geçtiğini söyleyebilmişlerdir.
Fakat İbn Abbas, İkrime, Katade, Ka'b el-Ahbar ve Vehb bin Münebbih bu
kıssayı Hıristiyanların güvenilir olmayan rivayetlerine dayanarak
nakletmişlerdir. Oysa bu kıssanın tarihi bir mesnedi yoktur. Antakya'da
bu sülaleden 13 kral, "Antiochus" lakabıyla M.Ö.65'e kadar hüküm
sürmüştür. Ayrıca Hz. İsa'nın (a.s) Antakya'ya tebliğ etmeleri için
havari gönderdiğine dair Hıristiyanların dayandıkları hiçbir belgeleri
yoktur. Bilakis Kitab-ı Mukaddes'in, "Rasullerin işleri" bölümünden,
Hz. İsa'nın (a.s) göğe kaldırılışından birkaç sene sonra Hıristiyan
mübelliğlerin ilk kez Antakya'ya gittikleri anlaşılıyor. Bundan Allah
Teâlâ'nın hiçbir peygamberini oraya göndermediği veya peygamberlerinden
birini herhangi bir elçi tayin etmediği belli olmaktadır. Şayet bir
şahıs oraya kendiliğinden tebliğ etmeye gitmişse bile, o şahsa Allah'ın
peygamberi denilerek, tevil yapılamaz. Yine Kitab-ı Mukaddes'te,
Antakya'da yahudi olmayan birçok kimsenin Hıristiyanlığı kabul
ettiklerinden söz edilmektedir. Oysa Kur'an yukarıdaki beldenin önemli
bir özelliğini, belde halkının peygamberin davetini reddetmiş olmaları
ve dolayısıyla azaba uğradıkları şeklinde açıklar. Tarihi hiçbir
belgede Antakya'ya azab geldiğine dair bir kayıt yoktur. O halde
Antakya halkının peygamberleri reddettiğini ve bu yüzden azaba
uğradıklarını iddia etmek mümkün değildir.
Yukarıda da
zikredildiği gibi, Antakya sözkonusu "belde" olamaz. Hangi belde olduğu
Kur'an'da bildirilmemiş ve Rasûlullah'dan (s.a) bu konuda hiçbir hadis
gelmemiştir. Ayrıca bu "Rasûllerin" kim olduklarından da
bahsedilmemiştir. Kur'an kıssayı sadece bir vakıa olarak zikrettiği
için belde ve Rasûllerin isimlerinin bilinmesi pek gerekli değildir.
Sözkonusu kıssanın aktarılma amacı: "Kureyşlilere sizler nasıl inat ve
zıtlıkla Rasûlullah'ı (s.a) inkar ediyorsanız, o beldedekiler de aynı
yanılgı içindeydiler. Aynı yolu takip ettiğiniz ve inadınızda ısrarlı
olduğunuz takdirde, sizlerin sonu da o beldedeki insanlar gibi
olacaktır" demek suretiyle uyarıda bulunulmaktadır.